10 Ekim 2014 Cuma

Siyaset Felsefesi ve Özgürlükler Üzerine

Keşke siyaset ile ilgili tartışmaları, ki herhalde tartışmaların büyük çoğunluğunu oluşturur, “bu konuda ben haklıyım çünkü Sokrat böyle diyor" veya "doğru olan şudur çünkü Marx böyle yazmış" diye çözümleyebilseydik. Ama yapamıyoruz. İyi ki de yapamıyoruz. Başlangıç noktasını Platon'un Devlet'i olarak alacak olursak, en doğru yönetimin hangisi olduğu, neyin bir hükümeti meşru kılacağı, yasaları kimin yapacağı ve belki de en önemlisi çocukları kimin neye göre eğiteceği ile ilgili tartışma 2400 yıldır sonuçlanmıyor, sadece her bir düşünürle gelişiyor ve şekilleniyor. Belki de benim gibi sayılar ve tek doğru cevaplar ile yetiştirilmiş bir mühendise siyaset felsefesinin bu denli değişik ve çekici gelmesinin en önemli sebebi bu olmuştur: yani hiçbir sorunun tek doğru cevabının olmaması.

Yüzyıllar önce yazılan kitapların bugünün sorularına cevap vermesinin mümkün olmadığı aşikâr;  zaten biz bugün düşünürleri yüzyıllar önce verdikleri cevaplar için değil, yüzyıllar önce sordukları sorular için okuyoruz. Solon ve Perikles'in kurduğu Atina Demokrasisinin geçici de olsa çöküşüne şahit olan Platon ve Aristoteles en iyi yönetimin Aristokratik Oligarşi olduğunu düşünüyordu. Bunun artık en azından medeni dünya için hiçbir geçerliliği yok, oysa hala Platon ve Aristoteles'i okumaya devam ediyoruz çünkü ilk defa onlar "neden yasalara ihtiyacımız var" ve "gerçek adalet nedir" sorularını sordular. Ya da bugün kölelik modern dünyada yok ama biz Aziz Augustinus'un köleliğin neden gerekli ve ahlaken doğru bir olgu olduğunu anlattığı metinlerini bugün hiçbir geçerliliği olmasa da hala okuyoruz. Çünkü her metni ve düşünürü tarihsel şartları içinde değerlendiriyor ve siyaset felsefesinin ya da dolaylı olarak kişi hak ve hürriyetlerinin gelişimini her adımıyla kesintisiz görmek ve anlamak istiyoruz. Bugün bizim için tartışılması bile gülünç olabilecek konuların, mesela kralların iktidarının ilahi olmaması gibi bir fikrin bundan 500 yıl önce dile getirilmesinin hayatlara mal olduğunu biliyoruz. Düşünürlerin kendi dönemlerinin tartışmasız doğru kabul edilen kurallarını sorguladıkları sorularını bugün hayranlıkla okuyoruz. Kendi çağımızla ilgili acaba bizim göremediklerimiz, kör noktalarımız neler diye düşünüyoruz. Herkesin üzerinde uzlaştığı doğruları (ki şüphesiz birçoğu yarının yanlışları olacak) sorgulamakla ilgili cesaret buluyoruz. Zira binlerce yıl önce yazılmış kitaplarla bugünün sosyal hayatını düzenlemek veya sorularına cevap aramak değil niyetimiz; öyle bir yöntem zaten var, adına din diyoruz ve haliyle kendisi konumuzun tamamen dışında.

İnsanoğlunun binlerce yıldır süren en doğru rejimi bulma serüveninde her şey birbiriyle iniltili ilerler ve taban tabana zıt görünen sistemlerin bile birbirleriyle olan bağlantılarını görmek insanı şaşırtır. Niccolo Machiavelli'nin Prens’le ortaçağ boyunca bin yıldır dinle şekillenen yönetim bilimine ilk defa yaptığı seküler ama içeriği itibarıyla yöneticiyi acımasızlaştıran ve insanların çoğunu kötü niyetli varsaydığı yorumunu, Thomas More'un herkesin melekler kadar iyi olduğu Ütopya’sının takip etmesi veya Thomas Hobbes'un Leviathan’ında kişi haklarını yok sayan monarşik devlet canavarını John Locke'un bir yüzyıl sonra Amerikan Anayasasının temelini oluşturacak kadar geniş bireysel özgürlükler üzerine kurduğu Hükümet Üzerine İkinci Risale’sinin takip etmesi bir tesadüf değildir, bilakis etki tepkidir. Her düşünür kendi yüzyılının gerekli sorularını sorar ve sonraki düşünüre üzerinde çalışıp kendi sorularını soracağı düşünsel ortamı hazırlar.


Thomas Hobbes, Leviathan, 1651 İlk Basım Kitap Kapağı /
Leviathan Eski Ahit'ten bir mitolojik canavarın ismidir, belli ki Thomas Hobbes
mutlak monarşiyi sembolize etmesi için en uygun seçimi yapmış.
 

Açıkçası siyaset felsefesi ile ilgilenmek pek tekin bir iş de değildir; çünkü insanoğlunun devlet ve rejimle ilgili düşüncelerinin tarihini okumaya başlayan kişinin, en temel soruların bile yüzlerce yıldır kesin bir şekilde cevaplanamıyor olması bir yana, her düşünce akımının içinde hem doğrular hem de yanlışlar olduğunu anlamasıyla, kendi inançlarını da sorgulaması kaçınılmaz olacaktır. Ve belki de en önemlisi, siyaset felsefesi okumaya başlayan kişi sadece iki yüz yıl önce üzerinde anlaşılan bazı doğruların bugünün yanlışları olduğunu ve bu yüzden bugün tüm kalbimizle inandığımız değerlerimizin iki yüzyıl sonra gülünç olabileceğinin ayırdına varacak, inanmanın ve doğruları bildiğini düşünmenin verdiği huzuru, kuşkuculuğun huzursuzluğu ile değiştirmek zorunda kalacaktır. Hâlbuki ne güzel ve güvenlidir kendimiz gibi milyonlarca insanla beraber doğru olduğundan şüphe duymadığımız bir şeye inanmak, bir cemiyete/partiye ait olmak, ümmetimiz ile hareket etmek, sloganlarla konuşup, marşlarla yürümek.

Kim bilir belki bir kaç yüzyıl sonra bildiğimiz anlamda ülkelerin ve dogmatik inançların olmadığı, dünya üzerindeki tüm özgür ve eşit insanları kucaklayan Evrensel Milletler Cemiyeti benzeri bir düzen olacak. Kişi hak ve hürriyetlerinin, düşünce özgürlüğünün ve fırsat eşitliğinin bugünün çok ötesinde olduğu, teknoloji sayesinde bilginin bugün tahayyül dahi edemediğimiz hızlarla paylaşıldığı, tüm dünya nüfusunun dinden, dilden ve milliyetten bağımsız aynı parlamentoda temsil edildiği ülkesiz bir dünya. Olur mu dersiniz? Bunu henüz hiçbirimiz bilmiyoruz. Yine de temkinli olmakta fayda var, herkes için kişi hak ve hürriyetlerinin genişletilmesinin dışında herhangi bir kavramı savunmadan önce iki kere düşünmeliyiz, hele hele savunduğunuz kavramın, fikrin içinde "ulu", "kutsal", "şanlı", "yüce" ve benzeri sıfatlar geçiyorsa iki de yetmez on defa düşünmeliyiz. Adına siyaset felsefesi dediğimiz yüzlerce yıllık bu macerada uzun vadede istikrarlı bir şekilde gözlemleyebileceğimiz tek eğilim bilginin daha ulaşılabilir olmasıyla beraber insanın gittikçe özgürleşmesidir.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Sivil İtaatsizlik Tarihi


Yasalar adil olmadığında yine de uymak zorunda mıyız? Yoksa tam aksine, doğru olan adaletsiz yasalara uymamak mıdır? Peki ama devletin yaptığı yasaların adil olup olmadığına kim karar verebilir?... İnsanlık yüzyıllardır bu sorulara tam cevaplar verebilmiş değil; sivil itaatsizlik ise tam bu noktada, vatandaşların şiddet içermeyen eylemlerle adil olmadığına inandığı yasaları ihlal ederek değiştirmeye çalışması olarak ortaya çıkıyor. Sivil itaatsizlik konusunu ilk defa bir kitaba konu eden, isim babası diyebileceğimiz Amerikalı aktivist-yazar Henry David Thoreau, 1849 yılında yayınladığı "Hükümete direniş, sivil itaatsizlik" isimli kitabında özetle vatandaşların vicdanlarını devletin yaptığı yasaların önüne koymaları gerektiğini söylüyor.
Özünde yasa ihlali olması nedeniyle, sivil itaatsizlik muktedir tarafından her zaman anarşi, kaos ve suç ile bir tutulur, oysa sivil itaatsizlik düşünülenin aksine demokrasiye ve hukuk devletine aykırı bir eylem değil, tam aksine demokrasi ve sivil hakların kazanımı için en gerekli olgudur ve geçmişi de en az demokrasi kadar eskidir. Tarihte bilinen ilk sivil itaatsizlik eylemi, yani MÖ 507 Atina isyanı bugün bildiğimiz demokrasinin oluşmasını sağlamıştır, bu bağlamda demokrasi ve sivil itaatsizlik birbirinin vazgeçilmez parçalarıdır, biri olmazsa diğeri olmaz demek doğru olacaktır.
Gelelim tarihte bilinen ilk sivil itaatsizlik eylemine ve demokrasinin doğuşuna;
“iyi bir insan olmak ve iyi bir vatandaş
olmak her zaman aynı şey değildir”
Aristoteles
MÖ 6. yüzyılda Atina halkı yüzyıllar süren bir mücadele sonunda, Yunan filozof ve devlet adamı Solon'un önderliğinde bir meclis kurar. Her ne kadar son sözü oligarşik yönetim söylese de, halk bu mecliste önemli konularda oy kullanır ve yönetime katılır. MÖ 507 yılında tiran olmak isteyen Isagoras yönetime el koyar ve meclisi kapatır. Yönetime el konulup meclisin kapatıldığı günün akşamı halk ayaklanır ve yönetime el koyan Isagoras ve Spartalı paralı askerlerini üç gün süren bir isyan sonrasında şehrin ana meydanına sıkıştırır. Isagoras ve askerleri canlarını kurtarabilmek için çareyi kaçmakta bulur. Tiranı kovan halk ilk iş olarak reformist devlet adamı Kleistenes’i göreve getirir, meclisi tekrar açar, tüm vatandaşlara eşit oy hakkı verir ve bu sefer tüm karar yetkisini ise sadece meclise vererek tarihin bilinen ilk demokrasisini kurar. Tarih bu olaydan önce ve sonrasında olmak üzere binlerce isyanla doludur ama bu isyanı diğerlerinden ayıran ve bunu tarihin bilinen ilk sivil itaatsizlik eylemi yapan ise diğerlerinden faklı olarak arkasında bir liderin ve haliyle bir organizasyonun olmayışıdır. Atina'da halk meclislerinin kapatıldığı o günün gecesi sokağa kollektif bir öfkeyle çıkar, diktatör Isagoras’ı devirmeye çalışan isyancı bir liderin organizasyonu ve önderliğinde değil, herkes tek başına ve ne yapacağını bilmez bir şekilde, meclisin kapatılmasına olan öfkeyle sokağa çıkar ve şehrin ana meydanına gider. Meclislerini kapatan çiçeği burnunda tiranları Isagoras ve yandaşı Spartalı askerlere direnmeye başlarlar, ta ki devirip yerine kendi yönetimlerini kurana kadar. (MO 507 Atina isyanı detaylarını 09.04.2014 tarihinde yazdığım "Demokrasinin Doğuşu" isimli yazımda okuyabilirsiniz)
Amerikan Anayasası ve köleliğin kaldırılması
Amerikalı tarihçi yazar Howard Zinn, “sivil itaatsizlik demokrasiye karşı değildir, bilhassa demokrasinin en önemli parçasıdır” der.  Bugün dünyanın en özgürlükçü anayasası sayılan Amerikan anayasasının oluşum tarihine baktığımızda en temel insan haklarının sivil itaatsizlik eylemleriyle kazanıldığını görürüz. Amerikan’nın kuruluş hikayesi bile aslında ingiliz hükümetine karşı bir sivil itaatsizliktir eylemidir, 1773 yılında Boston limanında sömürgeci İngilizlerin aldığı haksız vergileri protesto etmek için çayları denize dökerek sömürgecilerinin yasalarına karşı çıkan Amerikalılar sadece Boston Tea Party hareketini değil sonrasında bağımsız bir ülkeyi kuracaklardı.
1850 Yılında Amerika'da düzenlenen "kaçak köle yasası" ("fugitive slave act"), Güney eyaletlerinden kaçıp Kuzey'e savunan köleleri Güney'deki sahiplerine iade etmeyi gerektiriyor ve kaçak kölelere yardım ve yataklık eden vatandaşlar ve görmezden gelen yetkililer ile ilgili sadece para değil aynı zamanda hapis cezası da öngörüyordu. Kuzey eyaletlerinde Güney'den kaçan köleleri yetkililere teslim etmeyen Amerikalılar da vicdanlarının sesini dinleyerek yasaları ihlal ediyorlardı, bu da temelde bireysel bir sivil itaatsizlik eylemidir. Birçok Amerikalı vatandaş, yazının başında ismi geçen Thoreau liderliğinde bu yasayı vicdanlarının sesini dinleyerek ihlal etmiş ve kaçan kölelere yardım edip, gerektiğinde evinde saklamıştır. Bu sivil itaatsizlik eylemi, köleliğin tamamen kaldırılması yolunda en önemli adım olmuştur.
Martin luther King Jr. ve sivil haklar


“Adil olmayan yasalara uymamak
ahlaki bir sorumluluktur”
Martin Luther King Jr. 
Amerika'da köleliğin kaldırılması Afrikalı Amerikalılar için sivil hakların kazanımı yolunda sadece ilk adımdır, bu uzun yolculuk takibeden yüzyılda Martin Luther King Jr. liderliğinde, şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri ile devam etmiş ve sonuca ulaşmıştır. Martin Luther King Jr. ayrımcılık yapan Montgomery otobüs işletmesini 13 ay süren bir boykottan sonra pes ettirip otobüslerde siyahlara uygulanan ayrımcılığı bitirir. Martin Luther King Jr. ve arkadaşları siyahların girmesi yasak olan parklara, kamusal alanlara ve restaurantlara girip, oturup polisin gelmesini bekler ve sonrasında direnmeden tutuklanırlar. Bu sayede yasağın adaletsizliğine dikkat çeker ve birer birer kaldırtırlar. Martin Luther King Jr. şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemlerinin ilhamını kendilerinden önce bu yolla koskoca İngiltereyi dize getiren Mahatma Gandhi’den alır.

Mahatma Gandhi ve Satyagraha (doğruda ısrar)
Gandhi Hindistanda Sömürgeci İngiliz hükümetinin ayrımcı politikalarını şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri ile protesto eder ve eşit haklar ve bağımsızlık konusunda kati bir başarı sağlar.  Satyagraha (“insistence on truth”) Gandhi’nin bulduğu bir kavramdır, ben ingilizceden türkçeye çevirisini “doğruda ısrar” olarak yapıyorum ama tam olarak anlamı bir kaç kelime ile ifade etmek güç. Gandhi bu yolla güç kullanan düşmalarını güç kullanmadan iyilik ve sakinlikle alt etmeyi, onları “iyi”ye dönüştürmeyi hedefliyordu. Satyagraha'nın ingilizce karşılığı olan “silent force” kavramını Martin Luther King Jr. Yıllar sonra o ünlü “I have a dream” konuşmasında kullanacaktır.

12 Mart 1930, Gandhi "tuz üretim" yasağını protesto için yürüyor
Türkiye’nin yakın tarihin ilk sivil itaatsizlik eylemi; 555K
5 Mayıs 1960 tarihinde Ankara Kızılay’da gerçekleşen Cumhuriyet tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi “555K” adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alır. Baskıcı politikaları ile o sırada ülkeyi iyice geren Demokrat Parti’yi protesto etmek için üniversiteli gençler Kızılay’da toplanırlar ve tüm uyarılara rağmen dağılmaz ve polise direnirler.
Rivayet o ya, DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında bulur. o zamanlar öğrenci olan, CHP eski lideri Deniz Baykal, Menderes'in “Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz” diye bağırır. Menderes ise o meşhur cevabı verir:
“Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?
555K eyleminden kısa süre sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi gerçekleşti. 555K eyleminde o 5 Mayıs 1960 günü kendisi de eylemde olan Cemal Süreyya’nın 555K şiiri yıllar sonra ülkenin gelecekleri için direnen gençlerine miras kaldı....

biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa

sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz

ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”

Cemal Süreyya, 1960

Click here for English

9 Nisan 2014 Çarşamba

Demokrasinin Doğuşu

Bronz Çağı’nın sona ermesi ile, Milattan Önce 10. YY’da, Ege Denizi çevresindeki krallıklar yıkılır ve yerlerine anayasa temelli, kralların ya sembolik pozisyonları ya da çok az yetkilerinin olduğu anayasal monarşi ve oligarşi ile yönetilen Yunan şehir devletleri kurulur. Ağırlıklı olarak bir kaç soylu ailenin yönetimi bir anayasa çerçevesinde paylaştığı bu oligarşik aristokrasi yönetimi, savaş benzeri kriz durumlarında aileler arasındaki güç çatışmaları sebebiyle tıkanır. Kriz anlarındaki yönetim tıkanıklıklarını önlemek için Yunan şehir devletleri anayasalarına bu gibi durumlarda geçici bir süre için seçilen ve tüm yetkiyi, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde tutan, "tiran" adında yöneticiler atarlar. Fakat, kolaylıkla tahmin edileceği üzere bir defa tüm gücü ele geçiren tiranlar kriz ya da savaşlar bittikten sonra bu yetkilerinden kendi istekleriyle vazgeçmez ve genellikle oligarşik yapı tarafından devrilene kadar gücü ellerinde tutarlar. Yunan şehir devletleri mutlak monarşilerden sonra birkaç yüzyıl bu iki yönetim şekli arasında sürekli olarak gidip gelirler; sıkıntılı zamanlarda başa geçen tiranlar ve monarşi ve sonrasında bunları yıkıp tekrar kendi aralarında bir güç paylaşımına giden soylu aileler ve oligarşi. Fakat tüm bu süreç boyunca Yunanlılar tiranlara dahi yetkilerini veren anayasalarını elde tutar ve adım adım geliştirirler.


Atina'nın Kurucu Kralı Theseus; yönetim gücünü ilahi kuvvetlerden alan bir yarı tanrı, yarı kral.
Minotaur fatihi Theseus, Charles-Édouard Chaise, 1791

Milattan önce 6. Yüzyıla gelindiğinde oligarşik sistem, şehirlerin ve ekonomilerinin büyümesi ile yönetimi paylaşan birkaç soylu aileden onlarca soylu aileye genişler. Milattan önce 590 yılında Atina şehir devletini her biri asil ailelerden sadece bir yıl için seçilen 9 adet "Arkon" adı verilen senatör yönetmekteydi. Kararlar asillerin katılımıyla genel kurul adı verilen mecliste alınıyordu. Her ne kadar geçen yüzyıllarda yönetim ilahi güçler ve sınırsız yetkiyle yöneten tek bir kral ve hanedanından, anayasa çerçevesinde yetkileri aralarında paylaşan ailelere dağılsa da halen bir halk iradesinden bahsetmek mümkün değildir. Tam bu yıllarda Atina büyük bir ekonomik kriz içerisine girer ve durma noktasına gelen ekonomi ve buna bağlı olarak  ortaya çıkan sosyal sıkıntıların halledilmesi için tarihe "7 Bilge"den biri olarak geçen büyük devlet adamı Solon asiller tarafından tiran olarak seçilir.


Solon heykeli,  Amerikan Kongresi Kütüphanesi,
Thomas Jefferson Binası.
Heykeltraş; Frederick Wellington Ruckstull.

Atina’yı ekonomik ve sosyal olarak çöküşün eşiğine getiren sistemin temelinde "borç köleliği" yatıyordu; Bir Atinalı için borç alabilmenin tek yolu kendisini ve ailesini borcun ödenememesi durumunda köle olarak teminat göstermekti. Ödenemeyen borçların sonucunda, binlerce Atinalı köle durumuna düşmüş, tarım azalmış ve kıtlık baş göstermişti. Solon cesur kararlar alır ve sadece borç köleliği sistemini kaldırmakla yetinmez, aynı zamanda halihazırdaki tüm borçları da iptal ederek tüm Atina için temiz bir sayfa açar. Zeytin ağacı ekimini ve ihracını desteklerken diğer tüm yiyeceklerin ihracını yasaklar. Atina kölelik ve borç yüzünden içine düştüğü buhrandan Solon’un cesur kararları sayesinde çıkarken, Solon bu halk desteğini fırsat bilerek reformlarını bir ileri adıma taşır ve  bugün bildiğimiz anlamda demokrasinin ilk tohumlarını atar; ilk olarak yönetimi paylaşan ailelerin sayısını aristokrat aile tanımını soyluluktan çıkartıp zenginliğe bağlayarak Atina’daki ticaretle zenginleşmiş ama soylu olmadıkları için yönetime katılamayan yüzlerce aileyi katarak genişletir. İkinci olarak ise, sıradan vatandaşların da yönetime katılabilmesi için genel kurul, yani meclisi tüm Atina vatandaşlarına açar. Her ne kadar hala ana yürütme ağırlıklı olarak artık tanımı zenginlik olan aristokraside de olsa, Atina halkı da artık mecliste oylamalara katılabilmekte ve vatandaşlardan oluşan kurullar önemli davalarda jüri görevi görebilmekteydi. Bu tarihte daha önce hiç benzeri görülmemiş bir katılım şeklidir. Ekonomik sorunları çözen, oligarşik yapıya zengin tüccar aileleri de katarak yönetimi çok daha geniş bir kitleye yayan ve akabinde meclisi de halka açarak kısıtlı da olsa tarihin bilinen ilk halk katılımını sağlayan reformlarını tamamlayan Solon, önceki tiranların aksine Atina halkına kurduğu sistemi 10 yıl boyunca koruyacaklarına söz verdirerek kendi isteğiyle tiranlıktan ayrılır ve yönetimi aristokratların ve halkın buluştuğu meclise bırakarak Atina’yı terk eder. Fakat ne üzücüdür ki, Solon’un kurduğu halk katılımı sağlayan sistem daha beş sene geçmeden rafa kaldırılır ve yine Solon’un kendi kuzeni Pesistratos tiranlığını ilan eder. Pesistratos tiran olmasına rağmen yönetimde olduğu 20 yıldaki yönetimi tarihçiler oldukça adil ve iyi olarak tanımlarlar, ta ki yerine oğulları Hippias ve Hipparkus tiran olana kadar. Kardeşi Hipparkus'un öldürülmesi ile iyice hırçınlaşan Hippias babası Pesistratos'un tam zıttıdır, tüm gücü elinde toplar ve gittikçe otokratikleşen bir yönetim kurar. Bu durum bugün demokrasinin babası olarak andığımız, Atina’lı asil bir ailenin üyesi olan Kleistenes Spartalılarla işbirliği yaparak Hippias’ı Atina’dan sürüp yönetime el koyana kadar sürer.

Harmodius ve Aristogeiton, zalim tiran Hipparkus'uşehir meydanında öldürerek tarihe tiran-kırıcılar (Tyrannicides) olarak geçen ve demokrasi kurulduktan sonra Atina'da şehrin meydanına Kleistenes tarafından heykeli dikilen iki kahraman Atinalı

Tarihin bilinen ilk sivil itaatsizlik eylemi, MO 507 Atina İsyanı
Kleistenes te aynı Solon gibi güçten çok reformlarla ilgilendiği için halkı tekrar yönetime katmak üzere uzun süredir kapalı olan meclisi açar ve buna tepki duyan aristokrat aileler Isagoras lideriğinde birleşirler. Milattan önce 507 yılında Isagoras Spartalıların desteği ile Kleistenes’e karşı darbe yapar ve Kleistenes’i Atina’dan uzaklaştırarak yönetimi ele geçirir. Isagoras meclisi kapatır ve tekrar tüm yönetim yetkisini az sayıdaki aristokrat aileye verir. Spartalı askerler ile yönetimi alan ve Kleistenes’i de sürgüne gönderen Isagoras ve aristokrat yönetim ekibini tarihe bir ilk olarak geçecek çok kötü bir sürpriz beklemektedir; meclisleri kapatılan Atina halkı öylesine öfkelenir ki, o gece sokağa çıkar ve isyan eder. Tarih binlerce isyanla doludur ama bu isyanı diğerlerinden ayıran ve tarihin ilk sivil itaatsizlik eylemi yapan bilinen hiç bir liderinin olmamasıdır, Atina halkı isyankar bir lider tarafından organize olmadan, tamamen kitlesel bir öfkeyle o gece sokağa çıkarak Spartalı askerleri şehrin ana meydanında sıkıştırır. Üç gün süren isyan sonucunda Spartalı askerler ve Isagoras canlarını kurtarmak için Atina’yı terk etmek zorunda kalırlar. Atinalılar tekrar meclislerini açar ve ilk iş olarak reformlarına devam etmesi için Kleistenes’i geri çağırarak yetkilendirirler. Bu olay sonrasında Kleistenes tarihte bilinen ilk "doğrudan demokrasi"yi tüm kuracak ve Atina halkının kendi kendini yönetmesini sağlayarak tarihe demokrasinin babası olarak geçecektir.
Demokrasinin doğuşu
Kleistenes tüm Atinalılara mecliste oy hakkı verir, zengin ya da fakir, soylu ya da halktan hiç farketmeksizin artık herkesin eşit oy hakkı vardır. Arkonlar artık sadece bir danışma kuruluna dönüşür, şehrin yönetimi ile ilgili tüm kararlarda meclis tek yetkilidir. Kleistenes tiranların tekrar ortaya çıkmaması için adına Ostraka (“ostracism”) denilen bir yöntem de icat eder; Atinalılar her yıl oylama ile belirledikleri bir kişiyi on yıllığına Atina dışına sürgüne gönderme hakkına sahiptir, bu yöntem sayesinde herhangi bir kişinin aşırı güçlenmesi durumunda (tüm malları korunarak ve geri geldiğinde iade edilmek üzere) Atina’dan uzaklaştırılması sağlanıyordu. Bu sistem aşırı kuvvetlenen kişileri sürgüne göndererek olası bir tiranlığın oluşmaması için adeta bir sigorta işlevi görüyordu.
Atinalıların en büyük rakibi ve komşuları Spartalılar, kendi şehir devletlerindeki düzeni aşırı bir eğitim-endoktrinasyon sistemi ve militer bir baskı politikası ile sağlıyorlardı. Atinalıların adına demokrasi dedikleri bu yeni icatlarının sonu fecaatle bitecek kısa süreli, naif bir heves olduğunu düşündüler ama yanıldılar. Sparta ilk fırsatta kaçmak için fırsat kollayan, baskı ile birarada tuttuğu militan vatandaşları ve agresif savaş politikaları ile ilerleyen yüzyıllarda yavaş yavaş yok olurken, Atina kendini devletin bir parçası olarak gören, sistemi sahiplenen, söz sahibi, özgür vatandaşları ve yarattıkları ticaret gücüyle kendi devrinin süper gücü haline geldi.
Kleistenes, Demokrasinin babası