31 Ocak 2012 Salı

Fethiye Camii, Teotokos Pammakaristos Kilisesi

 
Fethiye Camii - Pammakaristos Kilisesi

Fatih, Çarşamba'da Haliç'e yukarıdan bakan bir tepenin üstündedir. Sahilden Çiçekli Bostan sokaktan yürüyerek çıkılabilir ya da Adnan Menderes Bulvarı'ndan Akşemsettin Caddesi üzerinden Haliç yönüne yürüyerek de ulaşılabilir (http://g.co/maps/3x9aq). Kilisenin tam adı Teotokos Pammakaristos'tur, Teotokos "Tanrı anası (Meryem Ana)", Pammakaristos ise "Ulu, Yüce" demektir.
Kilise'nin yapım yılı ile ilgili çeliskili bilgiler var, bazı kaynaklar XI. yüzyılda Michael IV. Ducas zamanında yapıldığını söylerken bazıları ise daha eski olduğunu, VIII. yüzyıldan kaldığını söylemektedir. En kesin tarih verebilen sınırlı sayıdaki kaynakda ise 1292'de Ioannes Komnenos ve karısı Anna Doukaina tarafından yaptırıldığı söylenen yapı, Geç Bizans, Palaiologos mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.

İstanbul'un Osmanlı tarafından alınmasından sonra 1556'dan 1586'ya kadar Rum Ortodoks Patrikliğine ev sahipliği yapmış, 1591 yılında ise III. Murat zamanında, Gürcistan ve Azerbeycan'ın fetihleri anısına adı Fethiye Camii yapılarak Camiye dönüştürülmüştür. 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından restore edilmiştir. Şu an yapının büyük olan kısmı cami sonradan XIV. yüzyılda şapel olarak eklenen küçük olan kısmı ise müze olarak kullanılmaktadır. Patrikhane olarak kullanıldığı yıllarda Fatih'in şehri alışının hemen akabinde büyük bir törenle patrik ilan ettiği, teoloji dışında batı felsefesi konusunda da bir uzman, koyu bir Aristocu felsefe taraftarı olan Patrik Gennadius yaklaşık 6 yıl burada Patriklik yapmış. Bu süre zarfında Fatih O'nu burada sıksık ziyaret edermiş, ikili çeşitli konularda uzun uzun konuşur, tartışırlarmış. Gennadius ve Fatih beraberce Osmanlı devletinin içerisinde sonraki yüzyıllar boyunca Ortodoks Rumların konumunu belirleyecek olan prensipleri beraberce oluşturdular. 

Pantokrator İsa ve eski ahitin 12 havarisi

İç duvarlarının çoğu cemaate yer açmak için yıkılmasına ve kalan dış cephe duvarlarınında kazınması ve boyanması sonucunda olması gerekenden geriye çok azı kalmış olsa da İstanbul'da Kariye ve Aya Sofya'dan sonra en fazla mozaiğe sahip Bizans kilisesidir.

Kilise içindeki en önemli ve en güzel mozaik ana kubbe içindeki Pantokrator İsa ve eski ahitin 12 havarisinin resmedildiği, İsa'nın ortada, havarilerinin çevresinde dizildikleri, bakarken insanda büyük hayranlık uyandıran mozaiktir. Bu mozaikte İsa Hristiyan ikonografisinin başlıca konseptlerinden olan, (kelime kökeni olarak musevilikteki "yüce" ve "ulu" benzeri tanrı isimlerinin ve tanımlarının İbranice incilin eski Yunancaya çevrilmesi sırasında ortaya çıkmış olan) "Pantokrator" biçiminde çizilmiş. Aya Sofya'daki büyük İsa ikonu da yine "pantokrator" konseptindedir. Eski ahitin 12 havarisinin resimlerinin üzerinde yunanca isimleri, ellerinde tuttukları yazılarda ise aşağıdakiler yazılıdır:

Isaiah - "Görüyor musun? Tanrı bulutların üstündedir" ,
Oses - "Tanrım, sen yaradanların yaradanı, tanrıların tanrısısın"
Jeremiah - "O bizim efedimizdir, hiçbirşey onunla karşılaştırılamaz"
Zephaniah - "Dünya benim kıskanlığımın atşi ile yanacak"
Micah - "efendimizin evi tepenin üstünde yükselecek"
Joel - "Merak etme, dünya yeniden mutlu bir yer olacak, efendimizin yaptığı güzelliklerle"
Zechariah - "Ev sahibinin efendisinin dağı"
Obadiah - "Fakat Kudüs'ün tepelerinde güvende olacak"
Habakkuk - "Ah Efendimiz, sesini duydum"
Jonah - "Ve benim dualarım sana ulaşır"
Malachi - "söylediğim gibi, havarimi göndereceğim"
Ezekiel - "Ve tüm yaşayan inançlılar gittiğinde"

Bu mozaik dışında İsa'nın vaftizini anlatan bir büyük mozaik ve ayrıca irili ufaklı genelde azizlerin resmedildiği mozaikler bulunmaktadır.
Click here for English

30 Ocak 2012 Pazartesi

Küçük Ayasofya Cami, Aziz Sergius ve Bakkus Kilisesi

Kumkapı'da Sultanahmet Meydanın'dan aşağıya iner inmez demir yoluna bitişiktir, demir yolunun öbür tarafı sahil yolu ve denizdir. Sahilden Eminönü yönünden gelirken Kumkapı'ya giren demiryolunun altından, tünelden geçer geçmez ilk sola girildiğinde 100-150 metre kadar ilerdedir (http://g.co/maps/emx4j ).

536 yılında İmparator Justinianos ve eşi İmparatoriçe Teodora tarafından Aziz Sergius ve Bakkus adına yaptırılmıştır, mimarının kim olduğu bilinmemektedir ama hemen öncesinde yapılmış olması ve adeta dış görünüş olarak (iç yapısı oldukça farklıdır) bir küçük kopyası olması nedeniyle Türkçe ismini de borçlu olduğu Aya Sofya'nın mimarları olan Miletli İsidorus ve Aydınlı Antemius tarafından yapılmış olması büyük olasılıktır. İç yapısındaki farklılıklar bir kenara bırakılacak olursa, kendisinden 5 yıl sonra yapımına başlanan Aya Sofya'nın bir ön "prova"sı olması gayet mantıklıdır. "İstanbul Gezi Rehberi"nde, Murat Belge kilisenin kareye yakın bir dikdörtgen üzerine oturan oldukça değişik kubbesinin ve mimarisinin ne derece "doğurgan" olduğundan bahseder: Justinianos'un başarılı geçen İtalya seferi sonrasında Ravenna'da 547 yılında yaptırdığı mozaikleri ile meşhur San Vitale Katedrali'nin planı, Küçük Aya Sofya kilisesinin birebir eşidir ve sonrasında Büyük Karl'ın (Charlemagne) 805 yılında yaptırdığı Aachen Katedrali'nin de planı San Vitale'nin planı kopyalanarak yapıldığı için Küçük Ayasofya ile aynıdır ama asıl ilginç olan ise Mimar Sinan'ın 1574'de  Edirne'de yaptığı Selimiye Camii'nin Küçük Ayasofya ile aynı plana sahip olmasıdır. Dünya'nın iki ayrı köşesinde, iki ayrı kültüre ait görünüşte birbirine hiç benzemeyen Aachen Katedrali ve Selimiye Camii'nin bu küçük mütevazi kiliseden türemiş olması insanı şaşırtır.

Küçük Ayasofya
Justinianos'un tahta çıkmadan önce kaldığı, kendisinden önce üvey kardeşi Pers Kıral'ı Şapur tarafından esir alınınca Konstantinopolis'e kaçıp Konstantin'e sığınan Pers Prensi Hormizd'in kaldığı, isminide burdan alan Homisdas Sarayı'nın bahçesine inşa edilmiştir. ilerleyen zamanlarda yanına bir de manastır eklenen yapı, çok uzun yıllar Konstantinopolis'in Aya Sofya ile birlikte en önemli dini yapılarından biri olmuştur.



İmparator Justinianos /
San Viatale Katedrali mozaikleri
Makedonya'nın Toresuim köyünde (bugünkü Köstence) basit bir köylü ailesine doğmuş olan Justinianos gençken imparator Anastasius'a (bazı kaynaklarda bu olayın amcası Justin ile aralarında geçtiği yazılı ama bence bu hayatı boyunca onu desteklediği söylenen amcası değil bir önceki imparator Anastasius ile aralarında geçmiştir) komplo kurmak suçuyla hapse atılır ama bir süre sonra Anastasius onu bağışlar ve hapisten çıkar. Hikaye buya: Anastasius gece rüyasında Aziz Sergius ve Bakkus'u görür, azizler Justinianos'un suçsuz olduğunu söylerler imparatora, O da ertesi sabah bağışlar Justinianos'u. Bu olay gerçekten de İmparator Justinianos'un hayatında bir dönüm noktasıdır, hapiste ölecek iken son anda çıkar, sonrasında imparator olur ama sıradan bir imparator değil, çoğu tarihçinin üzerinde hemfikir olduğu üzere geç antik çağın en büyük imparatorarından biri olur. Öldüğünde geriye yaklaşık 1000 yıl dünyanın en yüksek kubbesine sahip olacak Aya Sofya Kilisesini, hala tüm dünyada hukuk öğrencilerine ilk yıl temel ders olarak okutulan bugünkü hukukun temelini oluşturan Roma Huku'nu (Corpus Juris Civilus) ve nerdeyse Akdeniz'in tüm çevresini saran bir imparatorluk bırakır. Tarihçi Prokopius'a göre fahişe olan "dansöz" karısı Teodora ile bütün itirazlara karşı evlenebilmek için verdiği mücadele ("imparator alt sınıftan bir eş seçemez" maddesini binbir itiraza rağmen kanundan çıkarttırmıştır) ve ömrü boyunca sadakati ve aşkı ise başlı başına ayrı yazılara konu olur.

Gelelim Aziz Sergius ve Bakkus'un hikayesine ki bence kilisenin hikayesinden çok daha ilginçtir. Sergius ve Bakkus imparator Galerius Maximianus'un ordusundaki iki üst düzey Romalı subaydır, gizli hristiyanlardır ama birgün Jupiter tapınağındaki bir törene katılmayı reddedince hristiyan oldukları ortaya çıkar, önce ceza olarak ayaklarına zincir takılıp, kadın kıyafetleri gidirilerek şehirde gezdirilirler ama sonrasında dinlerinden dönmeyi reddince ağır işkenceler altında can verirler ve din şehidi aziz mertebesine kavuşurlar.


Ordudaki askerlerin koruyucusu olan ve özellikle Suriye ve Hristiyan Arap kiliselerinde oldukça benimsenen bu iki silah arkadaşı azizin "dostluğu"nun boyutu üzerine bir çok yorum yapılmış, aralarında dostluğun ötesinde bir duygusal bağ olduğu iddia edilmiştir zira yandaki ikonada da azizleri pek bir manidar resmetmişler.

Neyse kilisemize geri gelelim, Aziz Sergius ve Bakkus kilisesi İmparatoriçe Teodora'nın Hristiyan teolojide bir dönüm noktası olan 451 yılı Kalkedon (Kadıköy) Konsülü kararlarını ve dolayısıyla Diofizit inancı benimseyen kocası Justinianos'un aksine Kuzey Afrika'da yaşadığı yılların etkisiyle olsa gerek Monofizit inanca sahip olması nedeniyle, imparatorluğun dört bir yanından gelen baskıya maruz kalan monofizitler Teodora'nın korumasında bu kilisede kalırlar.



1453 yılında Osmanlı'nın şehri almasıyla bir süre statüsü değişmeyen kilise II. Beyazıd zamanında sarayın hadım ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilir, Küçük Ayasofya Camii adını alır ve içindeki resim ve mozaikler boya ile kaplanır. 1600'lü yıllardaki depremde hasar görür, 1740 Yılında veziri azam Hacı Ahmet Paşa tarafından onarımdan geçirilir ve 1762 yılında ilk minaresi eklenir. Bugün artık en büyük sorunu hemen yanıbaşından geçen banliyö tren hattının yarattığı titreşim ve sarsıntılardır.



Hala cami olarak kullanıldığından içerisinde hiçbir mozaik yada resim bulunmamaktadır. Fakat sütunlarının mermerleri ve muhteşem sütun başları apayrı bir zamandan kaldığını, bir cami olmadan önce başka bir zamana ait, bambaşka ve çok güzel bir şey olduğunu bakmayı bilen gözlere anlatır. Taş işçiliğinin inceliği ve güzelliği insanda hayretler uyandırır, ister istemez Justinianos ve Teodora'nın zamanında içinin Kariye gibi yerden tavana rengarenk mozaiklerle süslü olduğu günlerini insan hayal eder.

29 Ocak 2012 Pazar

Blakernai ve Tekfur Sarayı, Porfirogenitus Sarayı

Blakernai Konstantinopolis'in Teodosius surlari içinde kalan, şehrin en kuzeybatısında yer alan semtinin adıdır. Şehrin imparator II. Theodosius döneminde yapılan, Şehri Galata dahil 14 mahalleye bölen ve üzerindeki önemli yapıları gösteren şehir planında (Notitia Urbis Constantinopolitanae) 14. mahalle olarak gösterilen, bugünkü adı, Fatih, Edirnekapı olarak geçen mahallesinin eski adıdır.

Notitia Urbis Constantinoplitanae
Blakernai IV. yüzyılda Theodosius surları inşa edilince hemen yakınındaki adı "sur dışındaki, şehir dışındaki, kırlardaki" manasına gelen Kariye Kilisesi gibi sur içine dahil olmuş ve şehrin bir parçası olmuştur, bunun öncesinde Konstantin Surlarının dışındayken de hemen yanıbaşındaki Kariye Kilisesinden de tahmin edebileceğimiz üzere muhtemelen faal bir yerdi. Bu tepenin hemen eteklerinden çıkan, IV. yüzyılda Bizans Prensesi Pulkeria'nın yanına kilise yaptırdığı (bugünkü Mustafa Paşa Bostanı Sokakta bulunan Meryem Ana Kilisesi), sularının şifalı olduğuna inanılan bir pınar vardı. Bugün ortodoksların kutsal olduğuna inandığı bu pınarlara biz Türkçe ayazma diyoruz, yunanca kutsal "Hagia" ve su "Ma" kelimelerinin birleşiminden geliyor "Ayazma" kelmesi. Şifalı olduğuna inanılan bu ayazma halen Meryem Ana Kilisesinin içinde bulunuyor, bu su ile gözleri yıkamanın insanı günahlarından arındırdığına da inanılıyor, çeşmenin üzerinde yunanca " "Nipson anomemata me monan opsin" ("Sadece gözlerini değil günahlarını da temizle") yazıyor.
Tekfur Sarayı Kuzey Cephesi

Yapımına VI. yüzyılda başlanan Blakernai Saray kompleksi, şimdi içine Tekfur Sarayı'nı da alacak biçimde teraslar üzerine kurulu birçok yapıdan oluşuyordu. Blakernai Sarayı giderek şehrin güneyindeki asıl saray olan Büyük Saray'ın yerini alır, özellikle Komnenos Hanedanı zamanında giderek daha çok yatırım yapılan saray Latin istilası sonrasında tekrar kurulan Bizans'ın ve Palaiologos Hanedanı'nın asıl sarayı olmuştur. Konstantinopolis Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçtiğinde Bizans Hanedanı'nın ana sarayı burası idi. 


"Tekfur Palace Constantine Tabelası"
 XIII. yüzyılın sonlarında, İmparator Konstantine Palaiologos tarafından Blakernai saray kompleksinin bir parçası olarak yaptırılan Tekfur sarayı Theodosius surlarının hemen yanında Edirnekapı'dadır. Haliç'ten yukarı yürüyünce, 500-600 metrelik yokuşun tepesinde, surlara bitişik ve malesef harap bir şekilde bulabilirsiniz ( http://g.co/maps/pqgyk ). Saray dünyadaki günümüze ulaşmış birkaç seküler (kilise, manastır gibi dini amaçlı yapılar dışında kalan) Bizans mimarisi örneklerinden biridir. Sarayın eski adı Porfirogenitus (Porphyrogenitus) sarayidir: Porfirogenitus, yunanca imparatorluk soyundan gelen anlamında, "morda doğmuş" demektir. Türkçe "Tekfur Sarayı" dememiz ise osmanlıca Tekfur'un Bizans valisi anlamına gelmesindendir, yani bir nevi "Bizans Vali Konağı". Tekfur Sarayı Blakernai saray kompleksinin günümüze kalan en önemli ve hatta tek parçasıdır.

Bilgilendirici Tabela: Tarihi eserin bizzat
üzerine sprey boya ile adını yazmak

Tekfur Sarayı Osmanlı Kuşatması sırasında surlara bitişik olması nedeniyle ağır hasar görmüş ve şehrin Osmanlılar tarafında alınmasının akabinde sırasıyla sultanın hayvan çiftliği, kerhane, çanak çömlek atölyesi, musevi aş evi ve sığınağı ve en son olarakta 19. yüzyılda şişe fabrikası olarak kullannılmış ve terk edilmiştir.
Yapısında kullanılan tuğla ve taşlar, kemerleri ve sutünlarıyla geç bizans mimarisinin en güzel ve az sayıdaki örneklerinden biri olan bu yapı sözde "restorasyon" nedeniyle yaklaşık son 2 yıldır kapısı kilitli olarak halka kapalı tutuluyor. Ayrıca hiçbir tanıtıcı yazı veya tabela yok sadece bir panoya ve "yapının üzerine", evet sarayın doğu kapısının üzerine mavi sprey boya ile "tekfur palace" yazılmış, yazan nasıl bir suç işlediğini daha yazarken hissetmiş olmalı ki, tam ortasına da şirin gözükmek için olsa gerek bir kırmızı kalp çizmiş.